KENDİNE SAHİP ÇIKMAK

Bir gün küçük bir iş yerinin sahibine stajyerlik başvurusu için kendimi tanıtan güzel bir mesaj yollamıştım. Mesajımın beğenilmesi üzerine görüşmeye çağırılmıştım. Küçük hayatımın en eğitici anlarından biriydi belki de bu görüşme. Bana iş alanında nasıl bir yol izleyeceğime dair güzel bir ışık tuttu. Fakat öte yandan, kendimi nasıl konumlandırmam gerektiğine dair de çok önemli bir ipucu edindim. “Sen doğru dur, su akar, yolunu bulur.” dedim kendime. Bugün o görüşme gününe gittim zihnimde, karşımdaki kişiye ve kendime baktım üçüncü bir gözle.

Karşımdaki kişi, benim bir rahatsızlığımla ilgili akıl tutulması diye nitelendirilebilecek, şuursuzca bir hamle yaptı. Profesyonellikten ve insanlara nasıl davranılması gerektiğinden son derece habersiz kocaman bir topluluğa dahil olduğunu alenen gösterdi. Acınası bir durumdu bu onun için, üzülmüştüm ona. Bilinçsizlik bir çeşit zavallılıktır benim gözümde zira. Bilinçsiz olmak ve bundan zerre rahatsızlık duymamak, kendini geliştirmekten aciz olmanın imzası gibidir. Bilinçsizdi o kişi. Ama ben de kendimden bilinçsizdim açıkçası. Kendi çapımdan, edinimlerimden, gücümden habersiz, karşı tarafa karşı çekingen, kendine güvensiz bir hâldeydim. Gerçi hâldeydim değil, hâldeyim demeliyim çünkü ben hep öyleyim. İşte bugün bunun üzerine düşündüm, kendinin arkasında durmanın önemini vurguladım kendime.

“Z kuşağı” kavramı ve o kavram dahilindeki kişiler çerçevesinde çokça konuşuluyor, nice görüş bildiriliyor. Herkes her şeyde olduğu gibi “Z kuşağı” hususunda sanki bambaşka bir varlık türüymüş gibi yaklaşıp kendi bakış açısına yansıyanları dile getiriyor. Benim de bu tanıma dahil kişilerin görece ortak özelliklerine ilişkin olarak gözlemleyip kendime ders çıkardığım bir durum var ki, o da onların kendilerine güvenleri ve kendilerini pazarlama yetenekleri.

İnsan hayatın içinde bir yer edinebilmek ve söz sahibi olabilmek için kendisini pazarlar. İş hayatında, siyasette, insan ilişkilerinde kendini benimsetmenin ve sevdirmenin yolu kendinin buna ne kadar değer olduğunu ispatlamaktan geçer biraz da. İşte Z kuşağı bunu çok iyi beceriyor. Bir işte ne kadar iyi olduklarından bağımsız, insanları kendilerinin ne kadar iyi olduğuna inandırıyorlar. Birinin bir konuda ne kadar iyi olduğuyla, iyi olduğuna başkalarını ne kadar inandırabildiği bambaşka konular. İşte onlar, başkalarını kendi lehlerinde inandırma konusunda kabiliyetliler.

Bir de benim gibiler var. Kendi kazanımlarını, başarılarını ve becerilerini hiçe sayarcasına güvensiz yaklaşırlar kendilerine. Kendi artıları görünmez gözlerine. Hep karşılarındaki kişileri daha iyi, başarılı, zeki vs bulurlar sebepsizce. İşte temeldeki iki yanlış tüm çıplaklığıyla önümüzde. Benim gibi de Z kuşağı gibi de olmamalı insan. Bilgisizliğiyle, başarısızlığıyla, kendini yetiştirmemişliğiyle taban tabana zıt şişkin bir egoya ve tüm kazanımlarına, bilgisine ve çabasına rağmen kendine güvensizliğe kapılmamalı. Olmayanı var gibi, olanı da yok gibi algılamak ve algılatmak ne acı bir hata. Bu nedenle insan önce kendisini elinden gelen en iyi şekilde yetiştirmeli, zenginleştirmeli. Sonrasında tüm bunları sahiplenip kendini kendisinden azaltmadan, kendi çapını tüm algılarıyla kocaman kucaklayarak benimsemeli, benimsetmeli.

Veee kritik nokta: Doğruların izi! İnsan en çok kendi doğrularının izini kendi içinden geldiğince sürmeli. Yanlış bulduğu, onaylamadığı her şeye karşı dik bir reddediş gösterebilmeli. Neyi niye yanlış bulduğunu ve doğrusunun nasıl olması gerektiğini düşündüğünü açıkça ifade edebilmeli. “Aman ya kapı dışarı edilirsem?” diye yutulan her söz, kişinin kendisine hakarettir ve bunun yarası ömür boyu kalpte kalır. Oysa insan kendi doğrusundan şaşmazsa, bu doğru da iyinin, hayırlının yoluysa, hayat zaten mutlaka onu ödüllendirir. Susmadığı kelâmdan sebep bir kapı kapanırsa, konuştuğu için daha güzel kapılar açılır.