ELİMİZİN KİRİ

İnsan en çok iki şeyden çekiyor şu dünyada. En büyük sınav sağlık, bir ikincisi de “elimizin kiri” denen o para. Paraya neden “elinin kiri” denir ki? Değdiği eli kirletir çünkü. Hayır, elden ele dolaştığından sebep değil. Değdiği elin sahibinin masumiyetini alır. Ondandır ki, para böyle anılır. Bir bardak çay içemezsin paran yoksa, bir lokma ekmek geçmez boğazından. Hayatın en büyük nimeti olan sağlığı bile paran varsa elde edebilirsin çoğu zaman. Çünkü doktora para verirsin, hastalığının ilacını parayla satın alırsın. Zenginsen böbürlenirsin, burnunun ucunu göremezsin, paranla, parasızları ezersin. Fakirsen, zenginlere bakarsın, için gider. Onlarda olan imkânlara sen de erişmek istersin. Bunu düşleyerek bir ömrü eskitirsin. Para, haksızı haklı gösterebilecek güçtedir. Hakkını arayan insan fakirse, haksız olan zengin kurtarır paçayı. Katliam yapsa bile keyfine bakar oturduğu yerde, ölen öldüğüyle, çalınan çalındığıyla, sönen ocaklar söndüğüyle kalır. Öyledir para. Kudrettir insana. Hayata en basitinden bakalım… çalışmak, para içindir. İnsanların büyük bölümü hayallerini para kazanma mecburiyeti altında eritir. Hayatını, hayallerinin peşinden koşarak yaşamak yerine, önüne dayatılan mecburiyetlere kurban verir. İnsan ilişkilerini bile para yönetir. Uğruna bozulan dostluklar, dost rolü oynanılan düşmanlıklar, hiç olmamış ama var gibi gösterilen aşklar… ne çok günahı var aslında paranın. Eşitliğin olmamasının en önemli sebebi de yine para değil midir? Şatafatlı hayatlarla bir lokma ekmeğe muhtaç hayatlar aynı anda var oluyorsa, bu, paranın eseridir. Ne yazık ki insanlar, paranın esiridir.

İKİ KULE KAPIŞMASI

Bir yanda koca bir şehri tepeden izleyen, boğazı, köprüleri yukarıdan gören Galata Kulesi, diğer yanda ise denizin ortasında, şehri aşağıdan izleyen, denizi tam dibinde gören Kız Kulesi… İstanbul’u bu iki kuleye sorsak sizce ikisi de aynı şeyi mi anlatır? Yoksa her ikisi de hakim olduğu çerçeveyi mi bizimle paylaşır? Mesela Galata Kulesi denizdeki balıkları, köpükleri, gelip geçen vapurları, vapurlardan martıları doyuran insanları olanca netliğiyle görebilir mi? Peki Kız Kulesi şehrin ışıklarını, kalabalığını, trafiğini, yollarını, evlerini, camilerini kuşbakışı izleyebilir mi? İşte o yüzden her ikisinin de gördüğü ve söze döktüğü başkadır. Tıpkı seninle ben gibi, ötekiyle beriki, siyahla beyaz, küçükle büyük gibi.

Günümüzün ana konusuyla ilgili bir tartışma var aslında aralarında. Bir yerde Galata’sı, diğerinde Kız’ı… kapışıyorlar.

Galata diyor, “Korona çıktı, mertlik bozuldu. Yatıyla katıyla hava atanlarla bir göz odada kirada oturanlar bir oldu. Herkes evinde, sağlığından endişede. Nasıl da eşitlendi insanoğu…”

Kız Kulesi anlam veremedi Galata Kulesi’ne.

“Sana söylemek kolay!” dedi.

Darılmıştı besbelli.

“Zenginle fakiri eşitlemeye Korona yeter mi sanırsın? Kirada oturan, yakıta, doğalgaza, aidata, gıda masraflarına zar zor dayanan, canı dişinde yaşayan bir insanla; devasa, dayalı döşeli evi, yemyeşil büyük bir bahçesi, güzel mi güzel manzarası, marketten ayağına kadar gelen kasa kasa yemeği, dev ekran televizyonu, aburcuburu, sayısız kitabı, filmi ile hayatın sefasını süren başka bir insan nasıl eşit olabilir ki? Endişeyse endişe! Yoksulun endişesini kantara koysan zenginin endişesinin kaç katı eder, yok haberin galiba.” dedi.

Kız Kulesi’ni duyan Galata irkildi. Hiç o yönden düşünememişti. Haklıydı Kız Kulesi. İnsanlar eşitlenmemişti. Özürünü diledi…